İlk 3 incimizi ziyaret ettik ve dördüncüsüne doğru Eurovelo 7 / Alp Adria Bisiklet rotasını izleyerek pedal çevirdik. Bir bisiklet rotasının Eurovelo kriterlerine uygun olması için üzerinde belli kilometre aralıklarında konaklama, yeme-içme imkanları olmalı ve yoldaki rampalar çok zorlu olmamalı ki aileler çocukları ile bu rotada rahatlıkla pedal çevirebilsinler. Tanınmış bisiklet rotalarında, bisiklet için ayrılmış bu geniş yollarda seyahat bizim için çok konforlu bir hal aldı. Tüm gün pedal çevirip de sadece bir kaç kez otomobillerle karşılaşıyor olmak büyük bir lüks. Kasvetli yağmur bulutları ile köşe kapmaca oynamaya devam ediyoruz. Daracık vadide nehirin bir tarafında otoyol, diğer tarafında tren rayları ve bir kenarında da bisiklet yolu. Kısa bir süre sonra bir dapğın içinden geçen tüneli haritamızda tespit ediyoruz. Hemen öfleyip pöfledik. Bisikletliler tüneli kullanamayacağı için dağın tepesine çıkıp yeniden inmemiz gerektiğinden emindik. Tünele yaklaştığımızda bunun böyle olmadığı gördük. 2,5 kmlik tünelde yarım metre yüksekliğinde bir duvarla ayrılmış çift şeritli bisiklet yolu! Hem de ışıklandırılmış. Salına salına fotoğraf ve video çekimi yaparak tünelden geçtik. Bu tünelden geçişi Eurovelo’ya borçlu olduğumuzu biliyorum.
İçinde ilerlediğimiz vadi giderek daralmaya başladı ve rampanın eğiminin arttığını da artık fark ediyorduk. Vadinin iki yamacı birbirine kavuşmak üzereydiki önce karşımıza 300-400 yıllık taş kilise ve binalar çıktı. Daracık sokaklarda sağlı sollu yükselen oteller Monte Carlo’nun lüks otellerinden hiç aşağıya kalmıyordu. Yakınlarda bir yerlerde bir gürül gürül akan bir nehir olmalıydı çünkü sesini çok net duyuyorduk. deniz seviyeesinden yüksekliğimiz 1000 metreye ulaşmış, vadinin iki yamacı birbiriyle tamamen kavuşmuştu ki ne görelim: görkemli bir şelale. Hem de otellerin ve evlerin arasında, şehrin tam ortasında.
Bad Gastein, bir zamanlar Bismark, Schubert, Avusturya Kraliçeleri, Almanya prenseslerini ve ünlü şair ve yazarları ağırlamış, bugün ise görkeminden hiçbirşey kaybetmemiş gururlu bir şehir. Turistik sezonu kış ayları olduğundan bir çok otel ve restoran sahibi işletmelerini kapatmış. 341 metre yüksekliğindeki şelalenin etrafına kurulmuş bu güzel ve çok özel şehirde konaklayacak bir yer aramaya başlıyoruz. Şehrin daracık sokaklarında pedal çeviriyor ve açık bir pansiyon bakınıyoruz. Bir tanesinin penceresinden içeri baktık ve mutfakta bir bayan gördük. Boş odaları varmış hemen yerleşiyoruz. Bisikletler kapalı garaja koyuldu, biz de odamıza çıktık. Şu ana kadar gördüğüm en güzel pansiyon odası. Sevgiyle yapılmış herşey. Kerschbaumer Oteli‘nin sahibesi Frau Stutzi, 73 yaşında ve herşeyi kendisi yapıyor. Bizimle yakından ilgilenmesi çok hoşumuza gitti. 50 yıldır burayı işletiyor ve müşterilerini misafirleri olarak görüyor. Sabah kahvaltısında bizim için omlet yapması ve ev yapımı reçellerini beğendiğimizi görünce birer kavanoz vermek için ısrar etmesi gerçekten yüreğimizi ısıttı.
Bad Gastein’dan sonra bizi karlı dağların ve yüksek bir geçitin beklediğini biliyorduk ve erkenden yola çıkmıştık. Dağların tepesinde bisiklet yolları bulmak beni çok şaşırttı. Avrupa’nın en dağlık bölgesinde bisikletin hayatın bir parçası olması Avurturya’ya özgü birşey olsa gerek (diye düşündüm ama İtalya’ya geçtiğimizde bunun doğru olmadığını göreceğim). Bisiklet yolu araç yoluyla birleşti ve bir süre sonra kendimizi tren istasyonunda bulduk. Mallnitz’e gitmek için tek bir yol var: tren vagonları. 1909 yılında yapımı tamamlanmış olan tünelden sadece tren ile geçilebiliyor. Saatte bir hareket eden trenin vagonlarına araçların tek tek yüklenmesini bekledik ve biz de yolcu vagonuna bisikletlerimiz ile bindik. 8 kmlik tünelden kolayca geçtik. Böyle bir tünelin varlığını hiç duymamıştık ve bu çok özel yolculuk çok hoşumuza gitti.
Tünelden sonra rampadan keyifli bir iniş ve ardından yine bir vadideyiz ve yine bir nehrin kıyısındaki bisiklet yolunda pedal çeviriyoruz. Möllbrücke’de yemek yediğimiz lokanta (bisikletlilerin buluşma mekanı) köy meydanında geleneksel bir tören olduğunu ve insanları görünce ürkmemiz gerektiğini söyledi. Ne demek istediğini anlamamıştık ta ki meydandaki çocukları göresiye kadar. Köyde yaşayan çocuk yaşlı herkes geleneksel kıyafetlerini giymiş geleneksel müzik eşliğinde dans ediyordu. Hayranlıkla bu gösteriyi izledik.
Yemyeşil kadife görüntülü dağların eteklerinde, çiçekli balkonlu evlerin arasında yola devam ettik. Weissensee, alplerin incilerinden birisi, tabelasını gördüğümüzde bisiklet yolundan ayrılıp 8 kilometrelik tırmanışa başladık ve yol bizi Alpler’in Karayipleri Weissensee’ye ulaştırdı. 1000 metre irtifada, sivri tepelerin arasında kendi halinde masmavi bir göl. Göl kenarındaki daha önceden bizim için ayarlanan otelimizi bulmak hiç zor olmadı.
Peter, Arlbergerhof‘un sahibi bizi kapıda karşıladı. Bisikletleri yıkamamız için (yolda bulduğumuz toprak yollarda biraz oyun oynamıştık 🙂 hortumu uzattı ve bisikletleri koymamız için garajın yerini gösterdi. Peter, hikayesini anlatmak için yemekte bize eşlik etti. 20 yıl önce babasına ait olan bu oteli devraldığında bir karar vermesi gerekiyormuş: kış aylarında kayak yapmaya gelen turistleeri ağırlamak ve yazları boş oyurmak ya da otel için alternatif bir konsept geliştirmek. Peter, bisikleti işletmenin merkezine koyuyor ve Avusturya’nın ilk bisiklet otelini hayata geçiriyor. Weissensee yerel yönetimini yönlendiriyor ve bisiklet rotalarının hazırlanması konusunda projeler yapıyor. Bisiklet rotaları ve yolları yapıldıktan sonra bisiklet festivallerine ev sahipliği yapıyor ve bisiklet yarışları düzenliyorlar. Peter, bahar ve yaz aylarında bisikletseverleri ağırlamaktan çok memnun.
Weissensee’de bir gün daha kalmaya karar veriyoruz. Peter bir kaç telefon görüşmesi yaptı ve on dakika içinde bizim için bir program hazırladı. Ertesi sabah erkenden rehberimiz Wolfgang ile otele ait dağ bisikletlerine atlayıp gölü ve çevresini yukardan görmek için orman yolundan tırmanışa geçiyoruz. Weissensee, Alpler’in en temiz gölüymüş ve temmuz ağustos aylarında göl suyu sıcaklığı 25 dereceye kadar çıkıyormuş. Gölün kenarındaki jeolojik yapı nedeniyle de gölün rengi ayni tropik denizlerin rengini alıyor. Çıktığımız tepeden keyifli bir iniş yapıyoruz ve dağ bisikletlerini bırakıp e-bike kiralıyoruz. İlk kez e-bike kullanacağımız için öncelikle biraz bilgi alıyoruz. Onu yap, şu düğmeye bas gibi.
Biraz önce tırmandığımız tepenin karşısındaki diğer yamaça tırmanışa başlıyoruz. Rampayı sanki düz yolda gider gibi çıkıyoruz. Hergün bisiklete binmeyen veya kondisyonu olmayanlar ama yine de bisikletle gezmenin tadını çıkarmak isteyenler için mükemmel birşey. Tereyağ yapımını izleyeceğimiz çiftliğe ulaşıyoruz. Çiğ sütten tereyağı yapımını seyredip taze tereyağının tadına bakıp yeniden bisikletlerimize atlıyoruz. Yolda ‘normal bisiklet’lilerin bakışlarını üzerimde hissediyorum. Sanki e-bike ile hile yapıyormuş gibi hissediyorum….
Akşam Peter bizi Valentine ile tanıştırıyor. Valentine, iki kez Race Across the America’ya katılmış. RAAM, dünyanın en zorlu yarışlarından bir tanesi; California New York arası 4800 küsür km hiç dinlenmeden tamamlanıyor. Tam 10 gün boyunca sadece 6 saat uykuyla pedal çevirmiş. RAAM hakkında bundan bir kaç yıl önce bir belgesel izlemiştim ve ne kadar insanüstü bir effor olduğunu biliyorum. Ancak işte hayat bu ya, Valentine, bizim Münih’ten yola çıkıp Bern’e pedal çevirdiğimizi duyunca aynı hayret dolu tepkiyi verdi. Nasıl böyle zor birşey yapabiliyorduk… Biz onunla fotoğraf çektirmeye can atarken bir de baktık ki Valentine de bizimle fotoğraf çektirmek için sabırsızlanıyormuş:)

Paolo, Pınar, Valentine, Peter
Gelelim Weissensee’nin alplerin incilerinden biri olmasına. Turizm ve ulaşımı birleştiren incilerin ortak özelliği alternatif bir taşıma yoluna odaklanmaları.Weissensee bu konuda sınırsız alternatifler sunuyor. Tren istasyonundan otellere ücretsiz otobüsler var, akkşamları taksi dolmuşlar, kiralık bisikletler vb. Otomobiliniz ile geliyorsanız Weissensee’nin dışındaki park yerlerine ücretsiz park edip, otobüslerle merkeze ulaşabiliyorsunuz. Otomobilsiz bir tatil için tüm imkanlar sunuluyor.
Gölün kenarındaki otelimizin terasında oturken ne kadar şanslı olduğumu düşünüyorum. Alplerin en temiz gölünün kenarında otomobilden uzak bir dinlenme yerindeyim. Buna değer veren insanlarla birlikte…
İmrenerek okuyorum, yolunuz açık olsun;)
Merhaba! Umarim iyisin. Belki Alplerin yemyesil vadilerini bir gun ailecek pedallarsiniz. Sicak yaz aylarinda serin bir tura eminim sizinkiler Hayir demeyeceklerdir. Pinar
bir turdan döndük sen tura çıkmışsın 🙂 iyi yelkenler 🙂
çok güzel bir tur, takipteyim..
Selam Emre, bisikletle tatil yapmanin aslinda en guzel dinlenme sekli oldugunu hissettirmeye calisiyoruz. Umarim basarili olabiliyoruz _) Pinar
Merhaba,
buralarda çadır kursak yasak değildir dimi ? Eurovelo 7 boyunca böyle bişey yapmayı düşündüm de.
MerhabaYusuf, eurovelo 7 ve diger tum rotalar uzerinde campingler var, cadirla seyahat mumkun. Keyifli turlar dileriz.
doğaya ne kadar önem veriyorlar dikkatimi çektii ….
Muhteşem bir site! Yaptığınız paylaşımlar ilham veriyor, teşvik ediyor ama en önemlisi turu ilk kez yapacak kişiye çok yararlı ilk elden bilgiler sunuyor, rehberlik ediyor. Emeğiniz için gerçekten çok teşekkürler!
Merhaba Emre, ilham vermek önemli ancak nasıl yapılabileceği konusunda yol göstermek de çok kıymetli. 2006 yılından beri bu bloga zaman ve emek veriyorum. Nerede yenir, nerede uyunur gibi klasik gezi blogu yazıları değil; bak sen de yola çık ve kendi maceranı kendin hazırla demeye çalışıyorum. Yorumun için çok teşekkür ederim. selamlarımla, Pınar