İskoçya bisiklet turumuzun birinci haftası tamamlanmıştık. Inverness‘de bir güncük dinlendikten (çamaşır yıkama, ıslak uyku tulumlarını kurutma, erzak alışverişi, rotanın bir sonraki etabı hakkında internette araştırma, facebook’a instagram‘a görsel yükleme pek dinleme sayılmaz ama..) sonra pedallarımızı önce Cairngorm Milli Parkına ve ardından adanın doğu kıyılarına çevirmeye karar verdik.
Kampingden ayrılırken tanıştığımız, küçük oğlu ile birlikte tandem bisikletleriyle 10 günlük bir tur yapan Belçikalı bayan ile vedalaşıp bisiklet yollarından rotamızın numarasını takip ederek yol aldık.
Haritaya bakıp, ismini beğendimiz ilk kasabayı öğle yemeği molası hedefi, diğer kasabayı – Netty Bridge – konaklamak üzere gözümüze kestirdik. Gün boyu sadece iki kez sağanak yağış vardı ve günlük yağmur dozumuzu böylece almış olduk.
Bulunduğumuz bölge milli park içinde kalıyordu ve sadece dağ bisikletleri için günübirlik parkurlar vardı. Neredeyse on gündür bisiklet ve yürüyüş yollarından salına salına yol alıyorduk ve artık otomobillerle yol paylaşma zamanı gelmişti. A939’a çıktık.
Yanımızdan geçen tek tük araç, bize yaklaştığında hız kesiyor, olabildiğince dikkatli geçiyor ve en önemlisi kimse korna çalmıyordu (ne selam vermek için ne de ben geliyorum bak dikkat et demek için). Bize rahatsızlık vermek istemeyen bir halleri vardı şöforlerin. 3 haftalık İskoçya turumuz sırasında bir kez bile korna sesi duymadık. Keşke Türkiye’de de korna seslerinin olmadığı bir hayatımız olsa dedik…
İnişli çıkışlı yollar bizi İskoçya’nın en yüksek köyü Tomintoul’e ulaştırdı. Yüksek köy dediğime bakmayın, sadece 345 mt rakımlı. Muhteşem villalar, bakımlı bahçeler, rengarenk çiçeklerle kaplı sokaklardan geçip bizi bekleyen iki geçidi aşmak üzere devam ettik. Lecht Kayak Merkezi’ne (645 mt) ulaştığımızda ise yağmurlu bir fırtınanın içinde bulduk kendimizi. Sonunda yüksek bir yerlerden panoramik manzara görmeyi umarken sis ve yağmurun içinde kalmış olmak keyfimizi kaçırdı. Kısa sürede sırılsıklam olmuştuk bile. Şansımıza küsüp inişe geçtiğimizde bir anda güneş açtı. Mor renkli minik çiçeklerle kaplı tepelerle çevrili yolda ilerledik.
Tesis olarak her tür imkanı sunan ve bisikletçileri de geri çevirmeyen Caravan Club’lar konaklamak için ilk tercihimiz olmaya devam ediyor. Akşamüstü 19.00’dan sonra gelip sabah 8.00’den önce ayrılırsanız, müşteri değil misafir statüsüne giriyorsunuz. Resepsiyon kapalı olduğu için işlem yapamıyorlar, kampingden çıkarken el sallayıp teşekkür edip yola devam ediyorsunuz.
Yulaf lapalı kahvaltımıza bir günlük ara verip ünlü iskoç kahvaltısını denemek üzere bir cafede normal ve vejetaryen iki kahvaltı siparişi verdik. Normal kahvaltı: kuru fasülye, yumurta, sosis, jambon,ekmek ve tereyağı. Vejetaryen versiyonunda et yerine mantar vardı.
Günlük 2000 kalori ihtiyacının, 1200 kalorisini kahvaltı ile alan İskoçların çok da sağlıklı olmadıklarına değinmek zorundayım. Böyle bir kahvaltı yapan herkesin, hemen ardından iki saat iyi bir spor antremanı yapması iyi olur. Ama köpeği olmazsa yürüyüş bile yapmayan İskoçlar için durum ne yazıkki böyle değil.
Ve Aberdeen sınırlarındayız artık. 16.yy’da inşa edilmiş ve 400 yıl boyunca aynı aileye ev sahipliği yapmış Crathes Kalesini ziyaret ettik. içinde kendine ait bir göleti, ormanı, yürüyüş yolları olan bahçesi halka açık ve elimizi kolumuzu sallayarak içeri girip bu muhteşem yerin tadını çıkardık.
Stonehaven ‘da deniz kıyısına ulaştık. Güzel bir plajda, masmavi bir denizin yanında olmak ama o denize girememek çok değişik bir duygu. Hava 15 derece, deniz ise sadece 8. Bizim sahil kasabalarımızın kış aylarında yaşadığı hüzünü taşıyor Stonehaven.
Stonehaven’in bir kaç mil güneyindeki Dunnotar Kalesi mutlaka ziyaret edilmesi gereken yerler arasında. Bu ortaçağ kalesinde, yüzyıllar boyu İskoçya Krallarının hazinesi korunmuş. Braveheart filminden tanıdığımız, İskoçların bağımsızlığı için savaşan William Wallace, bu kaleyi koruyanlardan bir tanesiymiş.
Ulusal bisiklet yolları ağı ve EuroVelo Route 1’e bağlandık yeniden. Güneye doğru, masmavi denize paralel, sapsarı buğday tarlalarının kenarlarından ve yemyeşil yolların içinden geçerken kendimizi çok şanslı hissettik. Bir süredir yağmur yağmıyordu ama artık rüzgar vardı, hem de karşıdan esen güçlü bir rüzgar….
Bir balıkçı kasabasında öğle yemeği yerken, emekli bir üniversite profesörü ile tanıştık. Balıkçılığın artık açık denizlerde büyük gemilerle sensörler aracılığı ile yapıldığını, küçük balıkçı teknelerinin artık balıkçılık yapmasına izin verilmediğini ve doğu kıyılarındaki insanların yeni bir geçim kaynağı aramaları gerektiğini söylüyordu. Turizm mesela… Ev pansiyonları, bisiklet kiralama dükkanları, cafeler…
Eskiden tren yolu olarak kullanılan rayların araları doldurulmuş ve bugün yürüyüş yolu olan rotadan güneye devam ettik. Golf’un doğduğu topraklardayız. İnsanlar sabah erken kalktıklarında gym’e değil, golf çantalarını alıp, evlerinin yanındaki golf sahasına gidiyorlar. 16.yy’dan beri golf oynayan Carnoustie‘de kadınlar ve erkekler ayrı ayrı golf oynuyor. Route 1, hemen sahaların yanından geçiyor ve golf toplarına dikkat etmemiz gerektiğini söyleyen levhalara gülümsüyoruz.
Dundee şehir merkezine geldiğimizde, karşı kıyıya doğru devam eden rotamızın üzerinde bir köprü (Tay bridge) olduğunu gördük. Bisiklet ve yaya girişini hemen bulamadık ama ardından bisikletçilerin araçlarla burun burun gelmelerine gerek kalmadan bir asansör ile köprüye çıkabildiklerini ve bizim için ayrılmış orta şeridi keşfettik. Ne büyük bir lüks! 2,5 km’lik köprüden geçmek isteyen bisikletlilere “bakın başınızın çaresine, sorun sizin sorununuz” dememiş ve köprüye güvenli bir çıkış ve iniş yolu bulunmuş ve bariyerlerle korunan da bir bisiklet yolu yapılmış. İskoçya, yağışlı havasından mahçup ama, bisikletlilerin gönlünü nasıl alacağını biliyor.
Son 12 saattir tek bir yağmur damlası düşmedi. Kuraklık endişesi yaşayan İskoçya halkı, bahçelerindeki çiçeklerin ve çimlerin kurumasından endişelenmiş olmalı ki bir anda bahçe sulayan insanlar görmeye başladık. Zaten bir saat sonra da yağmur başladı ve tüm gece ve ertesi sabah devam etti. Edinburgh’a akşam olmadan ulaşmak için yağmur, soğuk dinlemeden devam ettik. Kuzey ve Güney Queensferry’yi ayıran köprü de artık görünüyordu.
Road Bridge, yaya ve bisikletlilere açık. Köprünün sol şeridinde geniş bir alan ayrılmış. Son günlerde gördüğümüz en kalabalık bisiklet yolu. 2,5 kmlik köprüde onlarca kez durduk ve fotoğraf çektik. Türkiye’de böyle bir köprüye yaya ve bisikletlilerin alınması bana hayal gibi geliyor, ama Boğaz Köprüsü’nü düşünmeden de yapamıyorum. Ne kadar güzel olurdu.
South Queensferry, minicik çok şirin bir kasaba. Kasaba meydanındaki kermes ve şenlikte biraz vakit geçirip orman yollarına girdik yeniden.
Orman içindeki toprak yolda, bisiklet sembollü tabelaları izlerken bir anda yanımmızdan zıplayıp geçen bir ceylan gördük. Daha ceylan görmenin şaşkınlığını üzerimden atamamışken, ormandan çıktık ve yemyeşil bir bahçenin ortasındaki şatonun önünde bulduk kendimizi. Bisiklet yolunu mu şaşırdık acaba derken, bu şatonun Dalmeny House olduğunu, özel mülk olsada yaya ve bisikletlilerin bahçeden geçme izni olduğunu öğrendik. Yöneticiler, kamu hizmetleri, işletmeler, soylular ve asiller, herkes ama herkes yaya ve bisiklete öncelik ve ayrıcalık sunuyor. Kendimi burada çok “özel” hissediyorum. Yine gönlümüzü alıyor İskoçya…
Ve Edinburgh‘dayız. Onlarca festivale aynı hafta içinde ev sahipliği yapan şehirde tüm konaklama seçeneklerinin aylarca önce dolduğunu duyduğumuzda warm showers gibi platformlara mesaj bıraktık. Paolo’nun twitterdan yaptığı çağrıya Kim Harding cevap verdi “gelin lütfen bizde kalın”. Memmuniyetle kabul ettik, çünkü Kim, Edinburgh Bisiklet Festivali’nin direktörü ve bu şehirde bisiklet kullanımının yaygınlaşması için çalışan bir kişi. Kim ve eşi Ulli’nin evine vardığımızda sokaktaki yeşil metal kutuların önünde durdum ve orda kalakaldım.
Bisiklet park yeri! Hem de kapalı ve anahtarlı. Kim, bir yıl boyunca belediyenin başının etini yemiş (3 tane bisikleti var ve 3. katta oturuyor). Belediye, Kim’in ısrarlarına dayanamayarak, bir çözüm önermiş: 12 bisikletlik kapalı park yerlerini bir yıl boyunca Kim’in sokağında ücretsiz olarak kullanıma sunmuş. Bir yılın sonunda, park yerleri sokak sakinleri tarafından sürekli kullanılırsa, şehrin başka yerlerine de yerleştirilecek ve yıllık küçük bir ücret talep edilecekmiş. Bu pilot projeye bayıldım.
Bisiklet turumuz Edinburgh’da sona erdi ve biz trenle Londra’ya geçtik. Londra’dan uçakla evimize döndük.
Fotoğraflarda da görüldüğü üzere aynı saat içinde 10 kmlik bir rotada hem güneşi hem de şiddetli bir sağanak yağışı yaşamak mümkün. İskoçya, havasından dolayı yaşanılan dezavantajı, yaya ve bisiklet turizmine yatırım yapıp, gelenleri mutlu mesut evlerine uğurlayarak dengelemiş. İngiltere seyahat rehberi yazısına da göz atmanızı tavsiye ederim.
Inverness – Stonehaven – Edinburgh Rotası:
Keyifle okudum. Kaleminize sağlık. İzmir belediyesinden biri bu yazıyı okursa üzülecektir. “Şimdi de kapalı park isteyecek!” 🙂
umarım bu yazıyı İzmir Belediyesinden birileri okur:) Elbette isteyeceğiz. Biz istemeden, ne yazıkki birşey alamıyoruz.