Skip to main content
Gezi Yazıları

New York Gezi Rehberi Değildir

By 20/11/2018Aralık 1st, 2018No Comments

Ekim ayının sonunda New York’ta bir hafta geçirdik. Gitmeden önce biraz dersimi çalışmıştım, National Geographic, Guardian Travel ve BBC Travel‘in New York Şehir Rehberini okumuş, ‘mutlaka yapmalısınız’ dedikleri Top 5, Top 10 vb listelerdeki başlıkları not almıştım. Web’de zaten çok güzel kaleme alınmış ‘şuraya gidin, şunu görün, bunu alın’ yazıları var, ben rehber yazarı olma sorumluluğuna girmeden, kendi deneyimlerimi  anlatmak istiyorum.

new-york-rehber-guide 2

Ben ilk kez New York’a gittiğim için ilk günün her anı mütemadiyen ‘aa filmlerdeki gibi’, ‘şu köşe şu filmde vardı hatırlıyor musun’, ‘fotoğraflarda daha büyük görünüyordu’ diyerek geçti. Benim seyahat etme motivasyonum, yepyeni şeyler görmek, tanımadıklarımla tanışmak, bende merak uyandıran şeyleri araştırmak ve anlamaya çalışmak.

new-york-rehber-guide 2

New York’a dair bir ön yargım vardı: seksen küsür katlı gökdelenlerin arasındaki sokakların karanlık olduğunu ve ışık almadığını düşünüyordum. Hiç de sandığım gibi değilmiş. Zayıf bir güneş ışığı bile binlerce cama yansıyor ve binaların arasında yürürken 4 farklı gölgeniz oluşuyor. Sokak fotoğrafçılığının cenneti New York çünkü şehirde başka hiçbir yerde göremeyeceğiniz bir ışık var.

new-york-rehber-guide 2

New York’ta beni şaşırtan tek şey şehrin ‘demirbaşı’ evsiz insanlar oldu. Şehirde yaklaşık 100bin evsiz insan var ve durumları gerçekten çok üzücü.

new-york-rehber-guide 2

New York’ta yaşayanlara imrendiğim tek an, şehir kütüphanesinin okuma salonunu gördüğüm an oldu. New York Public Library‘nin kapısı herkese açık. Turistlerin girip kütüphaneyi gezmesi oldukça alışık olunan bir durum olduğu için içeri girer girmez bilgi alabileceğin kişiler bulunuyor. En üst kata çıkıp okuma salonlarını mutlaka görmelisiniz.

Kütüphanenin hemen arka tarafında bulunan Bryant Park,  oturup biraz etrafa bakmak, bu kadar çok beton ve çimentonun arasında nasıl güzel ‘yaşam alanı’ yaratıldığına dair düşünmek için harika bir yer.

ellis-island

New York’ta hüngür hüngür ağladığım yer ise Göçmen Müzesi oldu. Özgürlük Anıtı ve Ellis Island aynı feribot biletine dahil. Özgürlük Anıtı, bence feribottan gayet iyi görünüyor, hiç inip de vakit kaybetmeden, ikinci durak Ellis Island’a devam derim. Immigration Museum‘a rehberler bir saat ayırın diyor. Benim gibi göçmenseniz veya ailenizde göçmenler varsa o zaman inanın müzeden ancak 4 saat sonra çıkarsınız. Ücretsiz audio guide‘ı takın kulaklarınıza ve fotoğrafların altını da tek tek okuyun derim.

central park bisiklet

Dünyanın en güzel parkı Central Park değil. Londra veya Milano’daki parkları görenler ne demek istediğimi anlarlar. Bir şehir parkı, şehrin koşuşturma ve kaosundan kaşış için bir alan sunmalı… Central Parkın içinde çok geniş ve çok şeritli asfalt yollar var, bu yollarda hız/performans sürüşü yapan süper antipatik yol bisikletçileri var. Bisikletliler süper hızlı gittikleri için yayaları korumak adına parkın içine on küsür tane trafik lambası yerleştirilmiş. Parkta kırmızı ışıkta beklemek nedir yaa?

new-york-bike-sharing

Bisiklet demişken, Bisiklet Kiralama konusunda iki seçenek var: Central Park’ın girişindeki bisiklet kiralayan dükkanlardan saatlik veya günlük bisiklet kiralayabilirsiniz. Birden fazla gün kiralama yapacaksanız, dükkandan indirim isteyebilirsiniz (biz istedik ve kabul ettiler). Belediyenin bisiklet paylaşım sistemi Citibike günlük abonelik ücreti 12 USD. İlk yarım saat ücretsiz. Her yarım saatte bir bisikleti bırakır istasyondan başka bir bisiklet ile değiştiririm, diyorsanız o zaman bike sharing kullanın (en azından çalındı kayboldu dersiniz olmaz).

high-line-new-york

Dünyanın en başarılı peyzaj projelerinden ‘yatay park’, yani High Line her ne kadar New Yorklulardan çok turistlerin vakit geçirdiği bir yer olsa da ‘dönüşüm’ anlamında gördüğüm en güzel eserlerden. Üretimin şehir dışına alınmasıyla limanı fabrikalara bağlayan tren yolu atıl duruma düşüyor. Mahalle haklı imza topluyor ve belediyeye ‘sökün bu rayları çok çirkin’ diyor. Bir mimar parmak kaldırıyor ve benim bir fikrim var diyor. Toplam 2 kilometrelik bir yürüyüş yolu yapılıyor. Ancak bu herhangi bir yürüyüş yolu değil, bitkileri ağaçları, dinlenme alanları tasarımları ile çok güzel bir kamusal alan. Görmeden dönmeyin.

New York’taki en güzel meydan bence Times Square değil. Şehrin bir önceki belediye başkanı Bloomberg,  ‘tactical urbanism’ ile otoparkları kaldırıp yerine masa sandalye koyarak kamusal alanı daha insani bir şekilde kullanmaya teşvik etmişti. Bunu şehrin farklı noktalarında görmek mümkün. Rengarenk masa ve sandalyelere oturabilir, yanınızda getirdiğiniz yemeğinizi yiyebilirsiniz.

flatiron-newyork

Otomobilden alıp insana verilen ve yeniden yaşama döndürülen meydanlardan benim en çok beğendiğim ise Flatiron Square. New York’un en ikonik binalarından birinin altında saatlerce meydandan geçen insanları izleyebilirsiniz. İkonik bina demişken, aklınıza The Empire States Building gelebilir. NYC’ye gelip de görmeden dönemezdik. Hem gündüz saatlerinde hem de gece iki kez 86. kata çıktık. Yorum yok.

Metropolitan Museum of Art, kısaca The Met, bu şehirde bir gün daha fazla kalmak için harika bir bahane. Yaklaşık iki milyon eseri bir günde görmek mümkün değil, yarısını bile görmek zor. Dolayısıyla zaten bildiğimiz Rönesans ve Yunan eserleri galerilerini atlayıp direk Okyanusya ve Afrika’yı gezebilirsiniz. Tanımadığımız ve ilk kez gördüğümüz kültürlere ait parçaları görmekten çok keyif aldık. Müzenin için 10.000 adım atmışız, gerisini siz düşünün.

Gugenheim çok şık ve mimari açıdan çok etkileyici bir galeri ancak giriş ücretini ödemeye değmesini garanti altına almak istiyorsanız mutlaka sergi programına bakın, lakin kalıcı sergideki eserler oldukça az.

New York çok pahalı bir şehir. 7 günlük metro kartı ve New York City Pass gibi müze kartlarını alarak bir tık tasarruf yapmak mümkün.

En güzel kitapçı Strand Book Store. Bir haftalık New York gezimizde 3 kez gidip her girişimizde kişi başı üçer kitap alıp çıktığımız, çıkarken gözümüz arkada kalan bir kitapçı. Hayır, Almanya’daki gibi içinde kahveci yok, puf koltuk ve kanepede yok, hatta oturacak bir bank bile yok. Ama içinde hangi kitabı arıyorsanız mutlaka bulabileceğiniz bir kitap okyanusu.

brooklyn-bridge

Asla unutmayacağım ve fırsatım olduğunda bir daha yaparım dediğim tek şey sabahın ilk ışıkları ile Brooklyn’den Manhattan’a yürümek. Tabiki bunu bir rehberde okumadık, saat farkından dolayı uyuyamadığımız için ilk günün sabahı daha gün aydınlanmadan kendimizi sokağa attık. Yol bizi Brooklyn Bridge‘e getirdi ve biz günü köprünün üzerinde karşıladık.  Binlerce otomobilin vızır vızır geçtiği bir köprünün üstteki asma katında salına salına yaya ve bisikletlilerle Manhattan’a gitmek muhteşemdi.

New York’a nasıl gidilir, nerede kalınır, nerede yemek yenilir konularına girmeyeceğimi söylemiştim. Ama New York’la ilgili notlarım aslında bitmedi.

high-line-new-york

New York’a yayalaştırma ve bisikletli ulaşım altyapısını getiren eski ulaşım daire başkanı Janette Sadik Khan ile röportaj yaptık. Onun Kentsel Devrimin El Kitabı, ‘Street Fight‘ isimli kitabının özetine burada yer vermiştim, şimdi kendisi ile yüz yüze sohbet etme fırsatı çok değerliydi. Bu sohbet bir yazıyı hak ediyor. yakında.

Pınar Pinzuti

Blogger. Aktivist. Filolog ve Pedagog. Bisikletin dünyayı değiştirebileceğine inanıyor. İnandığı şey için ise gece gündüz çalışmayı çok seviyor.

Yorum yaz