Kış aylarının en soğuk günlerinden birinde, sıcak bir yerlere gitme isteğimizin arttığı bir akşam aldık Bangkok uçak biletlerimizi.
Aralık ayının son haftası, ocak ayının ilk haftasını kapsayan Tayland gezimize kendi bisikletlerimizi götürmedik, ancak gittiğimiz yerlerde günübirlik bisiklet kiralayarak şehirleri gezdik.
İstanbul’dan kalkan uçağımız bir gece yemeği, 3 içki servisi, bir kahvaltı ve 8,5 saat sonra Bangkok’a indi. uzun pasaport kuyruğu, bagajların bulunması, nakit para temini sonrası ilk gördüğümüz şey gri gökyüzü oldu. Havaalanından kalkan shuttle “airport express”, külüstür otobüs, bir buçuk saatlik yolculuğun ardından bizi tren istasyonuna ulaştırdı.
Bangkok, Asya’nın en gösterişli ve hareketleri şehirlerinden biri ancak biz Bangkok tanıma turumuzu seyahatimizin sonuna aldık ve adalara doğru yolculuğa devam ettik . Otobüs penceresinden ilk Bangkok izlenimim: mordern, eski, karmaşık, kalabalık, bir sürü sokak satıcısı, sıcak, yağmurlu, şortlu kadınlar, terlikli erkekler. Bangkok‘u kesinlikle tanımak istiyorum.
Hualamphong Tren Garı’ndan tren, otobüs ve feribot biletlerimizi aldık.
Tayland Adalar
Tren vagonunda yerlerimizi bulduk ve yerleştik. Seyyar satıcılar tren kalkmadan önce son satışlarını yapabilmek için vagonlarda geziniyorlardı; yıkanmış dilimlenmiş meyveleri, plastik bardaklarda taze sıkılmış portakal suyu, pilav üstü et, tatlıların alıcısı çoktu. Tren hareket ettikten sonra biteceğinizi düşündüğümüz seyyar satıcıların korteji sonlanmadı ve tüm yolculuk boyunca devam etti. Saat 21.00’den sonra biz koltuklarımızda uyuklamaya başladıktan biraz sonra bir görevli gelip koltukları kapatık ranzaları açtı, çarşafları serip, yataklarımızı hazırladı ve perdeleri çekip sihirli değnekle dokunmuşçasına bir kaç dakika içinde vagonu yatakhaneye döndürdü. Sabah saat 5.00’de Chumphon‘a vardığımızda bizi bekleyen turist otobüsüne sıkış tepiş doluştuk ve limana doğru devam ettik. Limana geldiğimizde günün ağarmasıyla birlikte sislerin arasından bizi bekleyen katamanı gördük ve güvertedeki yerimizi aldık.
Koh Tao adasına vardığımızda 35 saat önce evimizden başlayan metro, uçak, tren, otobüs ve feribot yolculuğumuz sonlanmıştı. Adanın güneyinde gözümüze kestirdiğimiz yerleşim yerinde fiyat sorduğumuz üçüncü otele yerleştik. Balkonu da olan küçük bungalowa eşyalarımızı bırakıp bir kaç metre ilerdeki kartpostallarda görmeye alışık olduğumuz hindistan cevizi ağaçlarının gölgelendirdiği beyaz kumsala gittik.
Koh Samui ve Koh Phangan kadar populer olmayan Koh Tao, diğer adalara göre daha mütevazi. Akşam yemeğinden önce uzun yolculuğumuzun yorgunluğunu alması için ilk tay masajlarımızı aldık. Masajdan sonra ise ikimiz de bir konuda hemfikirdik: ne yapıp edip tatilimiz bitesiye kadar her gün min. bir masaj yaptırmalıydık.
Ertesi gün taze meyvelerden oluşan kahvaltımızı yaptıktan sonra adanın en yüksek noktasına bir yürüyüş yapmaya ve ardından yürüyerek kuzey koylarını ziyarete karar verdik. Ormanların içindeki patikalardan geçerek ulaştığımız View Point ( 313 mt)’den manzara çok güzeldi. Yürüyüşe devam edip doğudaki Tanote Beach’e ulaştığımızda tadını çok beğendiğimiz hindistan cevizi suyu içtik. Arada değişiklik olsun diye ben mango ve papaya suyu içsem de Paolo, hindistan cevizi tiryakisi olmuştu bile.
Dalış denince akla ilk gelen yerlerden biri olan Koh Tao’nun su altı hayatını merak ediyorduk. Tüm gün süren bir tekne turuna katıldık. Hava rüzgarlı deniz de dalgalı olduğu için çok uzak koylara gidemesek de uygun bir kaç sakin koyda dalış yaptık. Nemo’nun tüm rengarenk arkadaşlarını görmek güzeldi.
Bir yürüyüş ve bir dalış programı sonrasında Koh Tao’dan ayrılma vakti geldi. Anakaraya gitmek için iki seçenek vardı. Slow Boat ve katamaran.
Biz gece yolculuğu yapmayı tercih ettiğimiz için slow boat‘u tercih ettik ve akşam saat 20.00’de gemiye bindik. Gemi, öyle bildiğimiz gemilerden değil. Güvertenin altında kocaman bir salon var, 120 kişi kapasiteli, oturacak yerler yok, sadece yanyana serilmiş ince döşekler var. Herkes bulduğu döşeğe uzandı ve çantalarımızı da ayakucumuza yerleştirdik. Dünyanın her yerinden turistler vardı ancak bir tek tay yolcu yoktu.
Dev vantilatörler çalıştırıldıktan kısa bir süre sonra ışıklar kapatılınca hepimiz uyumak zorunda kaldık. Hayatımın en unutulmaz yolculuklarından birisi oldu. Delik deşik bir uyku, motor gürültüsü, kıpırdayacak yerin olmaması…Sabah hava aydınlanırken Surat Thani‘ye vardık. Başımıza üşüşen ve bilet satmaya çalışan gençlerden kurtuluş olmadığını anlayınca birinin ardına takılıp, agenteye gittik. Phuket’e biletlerimizi alıp otobüse bindik. Bir süre sonra MP3 çalarımın çantamda olmadığını farkettim. Bagajımızı emanet ettiğimiz çocuğun çok hoşuna gitti herhalde, umarım özene bezene seçtiğim müzikleri de beğenir.
Surat Thani-Phuket arası 300 km, ancak dolmuş gibi çalışan otobüsümüz her el kaldıran için durduğundan bizim yolculuğumuz tam 7 saat sürdü. Pencere’den gördüğümüz Khao Sok Milli Parkı‘nda sivri kayalıklar, yemyeşil bir bitki örtüsü ile kaplıydı ve sis, gördüğümüz herşeye gizem katıyordu. Muhteşem bir bölgeden geçiyorduk ve biz bu dolmuşun içinde hapistik. Bu parkuru bisikletle yapmanın ne kadar güzel olabileceğini konuştuk durduk.
Phuket, Tayland’ın en turistik adası; anakaraya bir köprü ile bağlı. Old Town’da Portekiz ve Çin mimarisinin yapıları var. Adım başı gösterişli çatıları olan tapınaklar ve cafe&bar olarak kullanılan eski portekiz yapıları. Phuket’te bir gece geçirip ertesi sabah katamaran ile Koh Phi Phi’ye geçmek üzere programımızı yaptık ve kentin sokaklarında gezip bol bol fotoğraf çekip, geleneksel tay mutfağının leziz yemeklerinden tattık.
Phi Phi adası, 2000 yılında çekilen the Beach filmi ile üne kavuşmuş, 2004 yılında ise tsunami ile yerle bir olmuş bir ada. Biz yeni yıla adada girmeyi planlamış ve otel rezervasyonumuzu bir ay öncesinden yaptırmıştık. Internet üzerinden rezervasyon yaptırdığımız otel gerçekten çok pis ve kötüydü ancak otellerde yer olmadığı için değiştirme şansımız yoktu. Sokaklar pis kokuyordu ve her yer tıka basa turist doluydu.
2010 yılının son gününü kano turu yaparak ve yüzerek geçirdik. Dik kayalıkların arasındaki sakin sularda kürek çektik. Akşam yeni yıl kutlama partisinin yapıldığı plajın biraz daha sakin bir köşesindeki barda kadeh kaldırdık ve 2011 yılının bol seyahatli bir yıl olmasını diledik (bu dileğimiz kısa bir süre içinde gerçekleşti ve biz nisan ayında işlerimizden istifa edip Güney Amerika Bisiklet Turuna çıktık).
Tayland Tapınaklar
Yeni yılın ilk günü, plaja ve denize veda ettik, Tayland’ın kuzeyine, kültür&tarih turuna başlamak üzere adadan tekne ile önce Phuket’e , ardından uçakla Chiang Mai’a geçtik.
Chiang Mai havalimanında şehir merkezine gitmek için tuk tuk tercih ettik ve böylece bu büyülü araç ile ilk yolculuğumuzu yapmış olduk. Rehberimiz Lonely Planet’in önerdiği tüm pansiyon ve hostellere baktık ama hepsinin dolu olduğunu öğrendik. Chang Mai’ın bu kadar popüler olduğunu tahmin etmediğimizden, önceden rezervasyon da yaptırmamıştık. Gecenin ilerleyen saatlerinde dışı da içi de çok çirkin bir pansiyon bulup yerleştik. Şehir muhteşemdi ve burada iki gün kalacaktık, otel odası kimin umrunda.
Ertesi sabah çamaşırhanede kıyafetlerimizin yıkanıp kurumasını beklerken tapınak turumuzu planladık. Chiang Mai’da toplam 200 tane tapınak olduğunu öğrenince kendimizi sokağa attık.
Tuk tuk ile sıkı bir pazarlık sonrasında bizi şehir dışındaki çok eski bir tapınağa götürmesini istedik. 700 yıllık tapınak, pazar günü olması nedeniyle ibadet için gelen ailelerle doluydu. Tütsü yakan ve dua eden ailelerin arasına girip çok rahatsız etmek istemediğimizden bir kaç fotoğraf çekip, başka çok ünlü bir tapınağa, WAT PHRA SIGNH‘e gittik. Tek bir bahçenin içinde birden çok tapınak, buda heykeli ve ibadet yerleri ile büyük kutsal bir din kompleksine benziyordu. Burada genç keşişler eğitim görüyorlarmış. Kermes vardı ve biz de orada satılan yemeklerden yedik.
Tapınak turumuzu tamamladıktan sonra sanatçı ve zanaatkarların eserlerini sergiledikleri “SUNDAY WALKING STREET” pazarına gittik. Her pazar öğleden sonra kurulan pazar yeri için cadde trafiğe kapatılmıştı. Yerliler ve turistler sıkışık tepişik bir şekilde yerlere serilmiş el yapımı ürünleri görmek için dalgalar halinde hareket ediyorlardı. Bu kadar güzel şeylerin satıldığı seyyar bir pazarı daha önce hiç görmemiştim. Büyülenmiş gibiydik. Saatlerce gezdikten sonra masaj yağı, hindistan cevizli sabun ve iki tane yağlı boya tablo aldık. Ayajlarımız sızlamaya başlamıştı ve bu sırada pazarın çıkışına kurulmuş ayak masajı yapılan rahat koltukların önündeki sırayı keşfettik. Elbette hemen sıraya girip masaj için sıramızın gelmesini bekledik.
Chiang Mai’daki ikinci günümüzü değerlendirmek üzere seçeneklerimize baktık.
– Ormanda yürüyüş turları (en az 12 saatlik turlar)
– Yemek pişirme kursu (pek istekli değiliz)
– Şehirde bisiklet turu (neden olmasın)
–Doi Inthanon Milli Parkı’nı ziyaret
Dördüncü şıkı seçip hemen bir motor kiralayıp yola çıktık. Chiang Mai’ın güneyindeki milli park gerçekten çok güzeldi ve iki farklı şelalede mola verdik. Yoldaki köylerde durup lokantalarda yemek yedik.
Akşamüstü geri dönüp motoru bıraktıktan sonra tren garına gittik. 20.30’da kalkması gereken tren için iki kez rötar anonsu yapıl ve sonunda 23.00’de trene bindik. Vagondaki koltuklar geniş ve rahattı, kısa bir süre sonra da hepimize battaniye dağıtıldı. Sabah Phitsanulok’ta inip otobüs terminaline kargo-bisikletine benzer bir bisiklet ile gittik. İki saatlik bir otobüs yolculuğu sonrasında Sukhothai’a vardık.
Tayland’ın eski başkentlerinden birisi Sukhothai‘da rehberimizin tavsiye ettiği oteli bulduk ve hemen bir oda tuttuk. İki bisiklet kiralayıp, old town ve tapınakların yolunu tuttuk. Sukhothai Historical Park‘a bisikletlerimiz ile girmemize izin verilince havalara uçtuk. Tarihi tapınakların fotoğraflarını çektik, huzurlu parkta dinlendik. 200 yıl boyunca krallara ev sahipliği yapan şehir, bugün dünya kültür miraslarından birisi. Şehrin isminin karşılığı “the rise of happiness” ve bence adına çok uygun. Bu kadar güzel bir yerde turist sayısının az olmasına çok şaşırdık.
Akşam otel sahibimiz Paolo ile sohbet ettik. Paolo, yıllar önce Taylanda yerleşmiş bir italyan ve eşi Pin ile uzun zamandır Hibiscus Orchid Gueest House’u işletiyorlar. Müşterilerine misafirleriymiş gibi davranıyorlar. Otel sahibimizin tavsiyesini dinledik ve ertesi sabah gün ağarmadan kalkıp, güneşin doğuşunu izlemek üzere WAT SAPHAN HIN‘e pedal çevirdik. El feneri ile önümüzü görmeye çalışarak Buda heykeline ulaştık. Yerlerimizi alıp başladık beklemeye. Gün ağarırken muhteşem fotoğraflar çektik. WAT SI CHUM‘u ziyaret ederek turu tamamladık.
Sukhothai’dan sonraki durağımız Ayuthaya’ya 6 saat süren bir otobüs yolculuğu sonrasında ulaştık. Merkezde bulduğumuz bir otele yerleştik ve ertesi sabah tapınak avına çıkmak için erkenden yattık.
Ayutthaya‘da bisiklet kiraladık ve şehri bu şekilde gezdik. Bir zamanlar doğunun en zengin şehri olan Ayutthaya, yüzyıllarca krallara ev sahipliği yapmış. 1350 yıllarında kurulan ve 18. yüzyılda Burmalılar tarafından yıkılan Ayutthaya, hala ihtişamlı ve görkemli.
Ayutthaya’dan gece treni ile Bangkok’a döndük. Bulunduğumuz vagon, yolcu vagonundan daha çok bir yük vagonu gibiydi: bir motor, buzdolabı ve karton kutular arasında bulduğumuz bir yere yerleştik.
Bangkok’ta oda bulamama riskini almamak için önceden rezervasyon yaptırdığımız Silom semtindeki otele gittik. Silom’da her tür ihtiyacımızı karşılayacak dükkanlar, lokantalar ve çok uygun fiyata masaj salonları bulduk.
Grand Palace, sarayı dolaşmak için yaklaşık 2 saat yeterli. Saraya girişte kıyafet kuralları katı. Girişte eğer kıyafetiniz uygun değilse gezmeye uygun kıyafetleri kiralayabiliyorsunuz.
Wat Pho, (Yatan Buda) gerçekten çok etkileyici ve güzel. Saraydan yürüyerek en fazla 10 dakika sürüyor.
Wat Arun, tapınağının üzerindeki motifler gerçekten çok etkileyici. Üst katlara çıkabiliyorsunuz. Bizce görsel olarak en güzel Budist tapınaklardan bir tanesi.
Bangkok Havalimanı’nında dönüş uçağımıza binmek için beklerken etrafta ne kadar çok Türk olduğu dikkatimi çekti. Türk vatandaşlarının vizesiz seyahat edebileceği Tayland’a 3-4 günlüğüne alışveriş yapmaya gelen büyük bir grup olduğunu gördüğümde çok da şaşırmadım aslında. Mücevherden tekstile herşeyin çok ucuz olduğu Bangkok, açık havadaki seyyar pazarları, kapalı pazarları, AVM ve butik mağazalarıyla, alışveriş için bir çok seçenek sunuyor.
Tayland’a bir gün yeniden döneceğiz, ve bu sefer bisikletlerimizle bu ülkenin “yan yollarını” keşfedeceğiz.
Pınar’cım ne güzel anlatmışsın! Bu arada müziklerini ben de merak ettim 😉
Peril merhaba, kış aylarını Tayland’da geçirme hayalim var ama aradan aradan neredeyse ben yıl geçti ve Tayland’a yeniden gitmeye fırsat bulamadım. Belki bir gün yollarımız seninle Tayland’da bir yoga merkezinde kesişir 🙂 sevgilerimle, Pınar