Sucre ’yi görünce Bolivya’nın iki yüzü olduğunu anladık. Biri, yani bizim şimdiye kadar görmüş olduğumuz : deniz seviyesinin 4000 m. üstündeki yüksek ovalarda yaşayan şapkalı kadınlar, madenlerde koka yaprakları çiğneyen erkekler, tembel tembel gezinen lamalar, arabaların geçmediği bitmek bilmeyen toprak yollar.

Şeker gibi beyaz şehir Sucre
Sucre’deki bembeyaz binalar, yemyeşil parklar, bakımlı balkonlar, rengarenk çiçekler ve pazardaki sebze meyve bolluğu bize ülkenin doğusunun farklı olabileceği hakkında ipucu verdi. Egzotik meyvelerin tadı bizi doğuya yani amazonlara (orijinal rotamızın tam aksi yönü) doğru pedal çevirmeye ikna etti. Sarı humma virüsüne karşı aşımızı olup hemen yola çıkabiliriz.

Favori meyvem GRANADILLA
Aslında o kadar da çabuk yola çıkamayacağımızı anladık. Aşı haftada sadece bir gün, cuma günleri, yaptırılabiliyormuş. Biz bunu öğrendiğimizde günlerden pazartesiydi. Bekledik. Beklerken uzun zamandır yapmadığımız, yerleşik hayata özgü şeyler yaptık. Süpermarkete gidip rafların arasında gezip markaları ve ürünleri inceledik, sinemaya gittik, Bolivya geleneksek yemekleri fuarına katıldık, aynı pansiyonda kaldığımız diğer yabancılarla akşam yemeği yedik. Ve en güzeli Katja ve Yves ile tanıştık. Kanadalı çift Katja (50 yaşında) Yves (56 yaşında) bundan dokuz ay önce Meksiko’dan bisikletleri ile yola çıkmışlar ve Arjantin’e gidiyorlar. Bu keyifli çift ile Sucre’den Padilla’ya kadar beş gün pedal çevirdik. Bisiklet ile seyahat eden insanlarla (yani henüz tanışmadığımız dostlarımız) vakit geçirmek gerçekten çok güzel; farklı bir tempoda pedal çevirmek, akşamları birlikte çadır kurmak, ne yemek pişirdiklerine bakıp kopya çekmek, ekipmanlarını incelemek, pratik tiyolar paylaşmak.

Katja,ben ve Yves

anayolu paylaştığımız anne domuz ve yavruları
Yol üstünde bir köyde gecelemeye karar verdik. Evlerden birine yaklaşıp çadır kurmak için izin istedik. Yeterince çocuk olmadığı için kapanan okulun bahçesinde kamp yapabileceğimizi söylediler. Köyde toplam altı aile yaşıyor. Modern ve zengin Sucre’ye altmış km mesafedeki bu köyde ve çevresinde elektrik ve su yok. Akşam yemeğinden sonra evlerden birine davet edildik. Tek odalı evin, tek odasındaki mum ışığının etrafına oturduk. Banyonun yerini sorduk ve evlerde banyo ve tuvaletin olmadığını öğrendik. Hava kararınca yatan, günün ilk ışıklarıyla bahçede çalışmaya başlayan bu ailelerin çocukları için hayatın çok sıkıcı olduğunu tahmin ediyorum.

Tarabuco pazarı

Geleneksel kıyafetleri ile bayanlar

Kumaş dokuyan küçük kız
Tarabuco’da son 500 yıldır pazar günleri kurulan büyük ve ünlü bir Pazarı ziyaret ettik. Geleneksel kıyafetleriyle çevre köylerden gelen erkekler ve hanımlar yöresel yemeklerini sergileyip satıyorlardı.

Anayollarda trafik yoğun….
Bolivya, bisiklet ile gezilmesi en zor ülkelerden biri olmalı. Yollar vadilerden değil dağların tepelerinden geçiyor, dağların etrafını dolaşmak yerine üstünden atlıyor. Toprak yollarda dilimiz dışarda bir tırmanışı tam tamamladık derken bir bakıyoruz önümüzde feth etmemiz gereken iki tepe daha var. Köylede taze meyve sebze ve ekmek bulmak zor olduğundan bir kaç günlük yiyeceği taşımaktan başka çare kalmıyor. Tüm bunlar yetmiyormuş gibi bir de biz rotamızı Che’nin gerilla savaşını hazırladığı bölgelere çevirdik. Tek tük evlerin seçilebildiği ancak sık ormanlarla kaplı dağlarda bir kaç gün geçirdik. Günler sonra ilk gördüğümüz araç kasasında patates taşıyordu. Kasaya biz de bindik.

Patates çuvalları ile kısa yolculuk
Katır ve keçiler için uygun patikadan Arjantin’de doğan, Küba ve Kongo için savaşan Che Guevara’nın 1967’de öldürüldüğü La Higuera köyüne ulaştık. Che’nin öldürüldüğü ilkokul müze olmuş, müzenin önüne anıtı yapılmış. Che resimli tshirt ve hediyelik eşya satan bir dükkan ve fransız bir beyin işlettiği pansiyon dışında köyde hiç birşey yok.

Che Guevara’nın ayak izlerini takip

La Higuera – eski okul yeni müze
Evlilik yıldönümümüz şerefine yine elektriği olmayan bu köyün tek restoranında mum ışığında Che ile Che’yi konuşarak akşam yemeği yedik. Arjantin ve Şili’de de diktatörler varken neden Bolivya’yı seçmişti ve askeri başarısızlığının nedeni neydi.
Ertesi gün Vallegrande’ye gittik. Vallegrande’de hastanenin çamaşırhanesinde sergilenmişti Che’nin cansız bedeni. ‘Öldürdük’ diyerek gururla halka ve basına göstermişlerdi. Önce oraya uğradık ardından yıllarca saklı tutulan toplu mezara. Bolivya haklı için savaşmaya gelen, Bolivyalılar tarafından ele verilen Che’nin ve 37 arkadaşının yargılanmadan infaz edilmesi ve toplu mezarlara gömülmeleri çok acı. Küba’daki yeni mezarında rahat uyu sevgili Che.

Vallegrande, Che’nin cansız bedeninin sergilendiği hastane çamaşırhanesi
Samaipata’da El Jardin’de kaldık. Büyük bir bahçe, açık hava mutfağı, kapanmayan akşap oda kapıları ve sivrisinekler. 1650 metredeydik ve hava ısınmaya başlamıştı. Akşamları sivrisinekleri görünce artık soğuk havayı ardımızda bıraktığımızı anladık.

Samaipata, pazardaki seyyar mutfaklar
Tesadüf eseri yolumuzun üstünde organik bir çiftlik olduğunu öğrendik. Çadırımızı kurmak üzere Ginger’s Paradise’ın yolunu tuttuk. Chris (italyan-alman anne babanın amerikalı oğlu) ve Sol (bolivyalı)‘un bundan on yıl önce kurduğu çiftlikte kahveden bala kadar herşeyi kendileri üretiyorlar. Muhteşem vejetaryen yemekler yapıyorlar. Sabah ben kahvaltı masasını hazırlamaya yardımcı olurken Paolo da süt sağdı. Böyle bir çiftlikte hayvanlarla içiçe, toprakla uğraşmak, yetiştirmek ve üretmek stresli şehir hayatından sonra iyi bir meditasyon.

Santa Cruz’a yaklaşırken
Bolivya’nın diğer yüzüne yani en zengin şehrine, Santa Cruz’a vardık. Sık ormanların nehirlerle bölündüğü bu bölgenin kalbi, Santa Cruz’da kadınlar şapka ile değil şortla geziyor, erkekler büyük jeeplere biniyor, akşamları diskolardan müzik sesleri sokaklara dağılıyor. Yılın en soğuk dönemi Temmuz ayı ve ortalama 28 derece. Her köşebaşında bir dondurmacı var. Egzotik meyvelerinin tadına bakabilmek için burada iki gün kalmaya karar verdik.
Harika harika harika bir yazıydı… :)) keşke hiç bitmeseydi! Ne güzel derlemişsin Che’den renkli pazarlara, elektriksiz köylerden yoğun trafikli yollara.. 🙂 goz acip kapatincaya kadar okudum hakkaten.. bir tek senin favori meyvene bakakaldım, herhalde tadı gercekten cok guzel olsa gerek goruntu pek tesvik etmese de.. 😛
öpüyorummmm ve tesekkur ediyorummm 🙂
benim sadik okuyucum, yorumlarin icin tesekkurler. goruntusu guzel olmayan meyveden ben buldugumda en az 10 tane yiyorum. tiryakilik yapan birsey. bu meyve yuzunden extra 500 km yaptik 🙂 iyi geceler
Selam Pınar ,
Sizden 10 gunü askın yazı veya cevap çıkmayınca merak ettik. Yazilarin cok güzel ..dikkat edin kendinize. Paolo’ya çok selam
Mehmet Ali Barut
(Berfin’in kuzeni)
Selam Mehmet,
endiselendirdigimiz icin uzgunum.Ne yazikki cep telefonlari sadece buyuk sehirlerde cekiyor, internet ise bir luks…
Yakinda Izmirde gorusmek uzere.
sevgiler
Pinar
Çok güzel geziyorsunuz pınar sadece siz değil bizleride güzel gezdiriyorsunuz .. Pedalınız düz bassın .. rüzgarda hep arkanızdan essin : )
Gurkannnnnnn,
tur bitiyor…..ozgurluk sona erecek diye uzulmuyor degiliz ama itiraf ediyoruz, biraz yorulduk.
eve donelim, birazcik dinlenelim tekrar yeni turlara cikacagiz.
senin hazirliklarin nasil gidiyor unlu bisikletci?