Bu yılın nisan ayında Fas ’ta üç haftalık bir bisiklet turuna çıktık. Tatil için Fas’ı tercih etmemizin nedeni benim 2002 yılında Fas’ı ziyaretim sırasında çok olumlu tecrübeler yasamış olmam, insanların misafirperverliği, iklimin uygun olması ve Atlas Dağları idi. Üç haftalık gezi rotamızı belirlerken biraz dağlık alan, biraz düzlük ve biraz da okyanus kıyısı olmasına özen gösterdik.
14 Nisan pazartesi günü sabahi Agadir Havalimanı’na indik. Uzun süren çok “titiz” pasaport kontrolünün ardından bagajlarımızı almak üzere ilgili kısma doğru yöneldikten sonra herkesin bagajını almış olduğunu gördük. Bizim de bisiklet çantalarımız gelmişti ancak bisikletlerimiz yoktu. Biraz panik biraz da hayalkırıkliğı ile Condor Havayolları’na ait büroda bisikletlerimiz için kayıp formu doldurduk. Kimse bize bilgi veremedigi icin, tek care aslında gitmekten kaçındığımız Agadir’de otele yerleşmek olduğunu kabullendik. 11 parça bisiklet çantası ile hareket kısıtlı olduğu için ilk taksiye atlayıp şehir merkezine doğru yol aldık. Agadir, Fas’in güneyinde Atlas Okyanusu kıyısında 1960 yılında depremle yerle bir olmuş ve yeniden hızla ve biraz da özensizce inşa edilmis turistik bir sehir. Şehirde ne yazıkki ziyaret edilecek tarihi binalar ve eski saraylar yok. Uzun plajında denize girilebilirdi ama bunu tercih etmemize serin hava engel oldu.
Pazartesi öğleden sonra, salı ve çarşamba günlerini telefon başında Agadir Havaalanı’nı ve Almanya’daki Condor müşteri servisini arayarak gecti. Çarşamba ögleden sonra bisikletlerimize kavuştuk. Nerede oldukları ve neden bu kadar geç gelmiş oldukları halen daha meçhul.
Fas Atlas Dağları’na Yolculuk
3 günlük gecikme ile planlamış olduğumuz gezimize basladık. Agadir’den önce doğuya dogru büyük bir ovada pedal cevirdik. Rüzgarın da yardımıyla hızla yol aldık. Akşam olunca çadırımızı iki yerleşim arasında kalan bir zeytinlikteki ağaçlarin altına kurduk. Akşam bizim çadırda kaldığımızı gören Abdelghani adında köyden bir genç bize tepsiyle çay ve hurma getirdi. Telefon numarasını verdi ve bir sorun yaşamamiı halinde onu arayabilecegimizi söyledi.
Perşembe günü Atlas dağlarına doğru pedal çevirdik ve kuzeye doğru yöneldigimizde cok sık araba geçmeyen dağ yolunda seyretmenin tadını çıkardık. 20 kmlik tırmanış tam iki buçuk saat sürdü. İlk yeşil bitki örtüsünü bin metrenin üstüne çıktığımızda gördük. Buralara yağmur yağıyor olmalı. İlk gördügümüz küçük yerleşim yerinde Fas’a özgü bol şekerli nane çayından içip su aldık. Havanın kararmaya başladığını fark edince GSM verici istasyonunda çalışan Ismael bize çadır kurmak icin çam ağaçları arasında yer gösterdi. Biz de onu aksam yemeğine davet edince o da bize çay yapti ve sebzeli couscous yemeğini hazırlamayı öğretti.
Cuma günü kalktığımızda bir bulutun içindeydik, sis yüzünden görüş mesafesi 5m kadardı ve yağmur yağıyordu. Yağmur dinince ağır ağır Tizi-n Test geçidine tırmandık. 2160 metredeki geçide vardığımızda oradaki tek lokantaya girdik ve yemek yiyip ısınırken ıslak kıyafetlerimizi şöminenin başında kuruttuk.
Isındıktan ve karnımızı doyduktan sonra inişe geçtiğimizde sonunda bu büyük buluttan çıktık, karşı yönden gelen sert rüzgar yüzünden yokuş asağı pedal çevirdik. Hem de tüm gücümüzle…
Yemyeşil vadiye indigimizde şırıl şırıl suyu akan dere ve etrafta tarımcılıkla uğraşan, toprak evlerde yaşayan çekingen bir halkla karşılaştık. Otobüsün geçmediği sadece küçük dolmuşların günde bir kaç sefer yaptığı bu gizli saklı vadi öylesine güzeldiki. Yolda karşılaştığımız herkes bize selam veriyordu : “Bonjour Madam, Bonjour Monsieur”. Sabahki uzun ve zorlu tırmanış, öğleden sonraki rüzgara karşı verdigimiz savaş bizi çok yorgun düşürdüğünden dere kıyısında ağaçlarla saklı bir yere çadırımızı kurduk.
Cumartesi sabah kimse varlığımızın farkına varmadan erkenden yola çıktık. Dere kenarında kamp yapmanın avantajı bol su ile dişlerimizi fırlaçalayıp mutfak mazemelerimizi iyice yıkayabilmemiz, kötü yanı ise çadırın içinin – dışının nemli ve ıslak olması. Öğleye kadar rüzgara karşı yokuş asağı tüm gücümüzle pedal çevirmeye devam ettik. Ne olurdu sanki rüzgar kesilse de biz asağı doğru süzülseydik.Yolda çok ilgi gördük; çocuklar, gençler, yaşlılar herkes bize selam vermek için ellerindeki işlerini bırakıp yola koştular. Asni adındaki şehir de geride kaldıktan sonra düz ovaya vardık ve uygun bir rüzgarla Marrakech’e kadar olan son 45 km yi hızla geride bıraktık.
Şehir merkezinde Afrika’nın en büyük pazarlarından biri olan ve UNESCO korumasındaki Jemaa el Fnaa’nin hemen yakınlarında bisikletlerimizi avluya koymamıza izin veren ilk otele yerleştik. Otel temiz ve düzenli bir izlenim verdi. Yatakların cok kötü olduğunu gece anlayacaktık ve sırt ağrıları ile azap içinde kıvranacaktık.
Marrakech çok serindi. Biz buna hazırlıklı değildik. Şehirde gezinirken çok üşüdük. Marrakech inanılmaz bir şehir. Çok turistik olmasına rağmen hala orijinal halini korumuş nadir yerlerden biri. Pazar yerinin göbeğinde yılanlarını dans ettirenler, fal bakan teyzeler, büyü yapan ihtiyarlar, kocakarı ilaçları satan afrikalılar ve binbir çesit kokunun geldiği baharatçılar, rengarenk kumaş ve halı satıcıları, hepsi iç içe. Akşamları satıcılar tezgahlarını topladıktan sonra seyyar lokantalar kuruluyor. Onlarca. Hepsi de müşteri ile dolup taşıyor. Mangalın dumanından göz gözü görmüyor.
Fas’ta herşey icin pazarlık yapmak bir koşul; özellikle de turistseniz.. Çünkü turistlere söylenilen fiyat hep normalin üç ya da beş katı. Çay ve ekmek için bile pazarlık yapmak gerekiyor. Bir yerde bir sey yemeden önce fiyatta anlaşılıyor. İnanılmaz bir şey…
Pazartesi günü Marrakech’in kalabalığına ve gürültüsüne doymus olarak tekrar Atlas dağlarına ancak bu sefer güneydoğuya doğru hareket ettik. Şehirden ayrıldıktan 30km sonra tekrar dağların eteklerindeydik. Atlas dağlarına hayran olduk. Öyle farklıki dokusu. Bazen kırmızı, bazen yemyeşil bazen taş çöl, bazen de kahverengi. Çok büyük, çok görkemli, dorukları kar kaplı. İlk 1000mlik geçidi ardımızda bırakmıştıkki hava kararmaya başladı. Sağa sola baka baka çadır kuracak eğimsiz alan bakmaya başladık. Bizim çaresizliğimizi gören bir adam yanında çalışan çırağı Mouratt’ı gönderdi arkamızdan ve lokantasının arkasındaki bahçeye çadırımızı kurabileceğimizi söyledi. Minnettar bir şekilde teşekkur ettik. 15 yaşlarındaki Mouratt bize çay yaptı ve çadır kurarken yardımcı oldu. Muhteşem manzaralı kamp yerimizde çok keyifli bir gece geçirdik.
Salı günü tırmanış devam etti. İkinci yüksek geçidimize kadar olan ilk 30kmlik parkurda sık sık fotoğraf çekmek için mola verdik, taze sıkılmış portakal suyu ve insanin hararetini alan ılık nane çayları içtik.
Tizi-n Tischka 2260 metre yükseklikteydi. Geçitte hediyelik eşya satan dükkanlarda çalışanlar rahat bırakmadıkları için yemek ve dinlenme molamızı erteleyerek yola devam ettik. Geçitten 15 km sonra toprak yola girdik. Seyahat rehber kitabımız bu parkurun çok guzel olduğunu ve mutlaka görülmesi gerektiğini söylüyordu. Başlangıçta yol sadece delik deşikti ama bir süre sonra yol gelişigüzel yanyana gelmiş büyük kaya parçalarına dönüştü. Ben yüklü bisikletimle ani manevralar yaparken cok zorlandım. Ama bu daha hiçbirsey değilmis. Daha kötüsünü bir sonraki gün görecekmişim.
Bu araba gecmeyen eseklerle ve yayan seyahat edilen bölgedeki çocuklar bizi görünce çok sevindiler ve hepsi gruplar halinde bisikletlerimizin üzerine çullandılar. Önce „stilo“ diye bağırarak kalem istiyorlar. Yok deyince „bonbon“, ona da yok diyince „1 Dirham“ diye bağırıyorlar. Biz onu da vermeyince bize karşı o kadar da dostça gülümsemiyorlar. Her yüz metrede bir çocukların üstümüze atlamaları, metrelerce öteden bizi görmeleri ve koşmaya başlamaları beni çok gerdi.
O akşam kimseye görünmeden çadır kurmak icin havanın kararmasını bekledik ve tetikte bir gece geçirdik.
Çarşamba günü yolun durumu daha da kötüleşti. Karşı yönden dört eşek ve iki yayan çocuk dışında tüm sabah kimse geçmedi. Öğleden sonra bir kaç jip geçerken içindeki turistler bize el salladılar. Paolo bisikletinin arka tekerinde bir sorun olduğunu fark etti. Tekerlekteki jant tellerinden üç tanesi kırılmıştı. Güneşin altında birbuçuk saat süren bir çabanın sonunda tekerleğini tamir etti ve biz yola devam ettik. Sağı solu taş çölle kaplı bu dağlık alanın arasındaki derin ve dar vadi yemyeşil ve etrafinda kurulan yerleşim yerlerinde Fas’ın Araplar gelmeden önceki tek halkı, yani afrikalı berberiler yaşıyor.
Toprak yol bitip de asfalt yol başladığında ilk kent Ait Benhaddau bir çok amerikan ve italyan filmi için kulis olmuş tarihi bir şehirdi.
Hava kararmadan Ourzazate de olabilmek için hiç mola vermeden pedal çevirdik. Amacımız şehrin doğusundaki campingde kalmaktı. Ancak şehre vardığımızda ikimiz de çok aç ve yorgunduk. Önce bir lokantada karnımızı doyurduk sonra da saatin geç olması nedeniyle ilk bulduğumuz otele girdik.
24 mayıs perşembe günü pis otelimizden ayrılıp campinge taşındık. Palmiye ağaçları altındaki güzel campingde tüm gün dinlendik. Bizim dışımızda bisiketle seyahat eden bir çift daha vardı, hem de onların bir de üç yaşında kızları vard. Fransız Woody ve Rachel ile tanıştık. Onlarla beraber çay içip sohbet ettik, yol deneyimlerimizi paylaştık.
Cuma günü Ouarzazate’yi gezdik, tarihi Kasbah’ı ziyaret ettik ve süpermarket bulmuşken alışveriş yaptık.
Cumartesi sabah fransız dostlarımızla vedalaşıp güneydoğuya doğru yola koyulduk. Yolun bu kısmından sonra çöl olduğu için campingde kalmaya karar verdik. Sürüngenlerden ve de vahşi hayvanlardan korunmak amacıyla. Ouarzazate’den sonraki ilk camping 70 km sonraki Agdz’da, yani bizim hedefimiz.
Paolo yolda rahatsızlandığı için çok molali ve zorlu bir yolculuğun ardından Agdz’daki campinge akşam saatlerinde ulaştık. Paolo’yu günes çarpmis olacak, çok ateşi çıktı bir yandan da boğaz ağrısından şikayetci oldu. Camping’deki diğer bisikletle seyahat eden Hollandalı cift Paul ve eşi Ria bize çay yaptılar ve Paolo’ya tuzlu su ile bol bol gargara yapmasını tavsiye ettiler.
Pazar gününü dinlenerek geçirdik. Paolo’ya gargara iyi geldi ve ateşi de düşmeye başladı. Pazartesi günü Paul ve Ria yollarına devam ettiler, biz bir gün daha camping’de kalmaya karar verdik. Paolo kendini toparladı ve tekrar yola çıkabilecek kadar sağlığına kavuştu.
Salı günü bisikletle son hedefimiz Zagora’ya doğru pedal çevirdik. İnişli çıkışlı vadide sol tarafımız palmiye ağaçları sağ tarafımız çöl, yol aldık. Zagora’ya kırk km kala kum fırtınası başladı. Gözlerimiz kumla dolu vardık Zagora’ya. Fırtınaya karşı savaşmış olduğumuz için çok yorgun düştük. Camping’e vardığımızda ikimiz de bitmiştik.
Palmiyerin altındaki güzel camping’den ayrılıp otobüsle Ourzazate üzerinden Agadir’e geri döndük. Seyahatimizin son günlerini Agadir’in 20km kuzeyindeki balıkçı kasabası Taghazout’de dinlerek gecirdik.