transalp. Almanya (Bad Reichenhall, Berchtesgaden), Avusturya (Werfenweng ve Weissensee) ve İtalya (Süd Tirol/Alto Adige)’daki Alplerin İncilerini tamamladık ve sıra İsviçre’nin incilerine geldi. İncilerden ilki Arosa (1775 m) ve aramızda Alplerin en kalabalık ve yüksek dağ grubu var. İsviçre’ye geçmek için bir kaç seçeneği değerlendirip otelimizin bisikletçi sahibine de danıştıktan sonra dağ bisikletçilerinin tercih ettikleri toprak parkurda karar kılıyoruz (bundan 3 yıl önce Arjantin’de de asfalt ve toprak yol arasında karar vermemiz gerekmiş biz toprak olanı seçmiş, inanılmaz bir parkurda yapayalnız muhteşem günler geçirmiştik. İşte o parkur)

Li Arnoga’ya veda, dağlara merhaba
Odamızın penceresinden son 24 saattir “kestiğimiz” karlı zirveye doğru pedal çevirmeye başlıyoruz. İlk dönemeçten sonra bitki örtüsü ile birlikte tüm manzara değişti. Daracık vadi birden genişledi ve ormanlar bitti. MTB parkuru işaretlerini takip ederek yolumuza devam ettik ve 2200 metre yükseklikte bir gölün kenarında bulunan kulübeye vardık. Val Viola kulübesininin 81 yaşındaki sahibi bizi heyecanla karşıladı ve hemen aç olup olmadığımızı sordu. Dağ evinden kastım her türlü havada dağcıları dinlendirmeye mahsus, yamaçlar üstündeki düzlüklerde odun veya taştan yapılmış evler, kulübe ve sığınaklar ise daha yüksek irtifalarda dağcıları fırtınalı havalarda geçici olarak barındırmaya mahsus küçücük yerler. Avrupa’da çok yaygın olan dağ evi veya sığınak kültürünün dağlık bir coğrafyaya sahip Türkiye’de olmamasının nedenini çok merak ediyorum. Dağcılık Federasyonunun girişimleri ile bir kaç yerde bu tip korunma ve konaklama yerleri yapılmaya başlanmış.

Val Viola, Mor Vadiye giriş
Avrupa’da dağ evleri genellikle aileler tarafından işletilir ve karlar eridikten sonra açılır ve trekking sezonu boyunca sıcak yemek ve konaklama imkanı sunar. Günün yemeği ve paylaşılan yatakhaneler çok basittir ancak önemli olan o anı birlikte paylaşıyor olmaktır. Ben de yaz aylarında bir çok kez bu tip kulübelerde kaldım ve dağlarda sığınabilecek böyle yerler aynı zamanda uzun yürüyüş turları planlama açısından da vazgeçilmez.

Ormanlar bitti, highlands
(Bisiklet yolumuz-rotamız yoktan dağ kulubemiz ve sığınaklarımız da yok türküsüne bağlamadan devam ediyorum.)
Transalp
Aslında karnımız aç değildi ama polentadan yapılmış peynirli tosta ve bir bardak kırmızı şaraba nasıl hayır diyebilirdik ki..Bu vadi eskiden İsviçre ile İtalya arasında sigara kaçakçılığı için kullanılırmış. Erkekler, kadınlar, çocuklar İsviçre’de ne bulurlarsa sırtlarına yükleyip iki gün bıyunca durmadan yürüyüp İtalya’ya geçerlermiş. Yakalandıklarında ise bir kaç gün hapis yatar çıkınca kaldıkları yerden devam ederlermiş. Eskiden kaçakçılıkla hayatını kazanan Franko, bugün bu dağ evinin sahibi ve yolculara yemek ve yatak veren kişi. Yürüyüş grupları öğle yemeği molalarını vermek üzere kulübeye yaklaşırken biz pedallara asılıyoruz ve geçide doğru ilerliyoruz. İsviçre sadece bir kaç yüz metre uzağımızda.

il lago del val viola, vadinin gizli güzelliği
Dönemecin hemen ardında vadinin kuzey yamacında dağ bisikleti rotası hala havalar ısınmadığı için kar altında ve biz göz kararı ilerliyor, bazen bisikleti itiyor bazen de omzumuza alarak yol alıyoruz. Bizden başka kimsenin olmaması ise bizi biraz şaşırtıyor. Avrupa’nın tam ortasında demek insan hala ıssız bir yer bulabiliyormuş. İnsanın elinin hiç değmediği veya çok az değdiği tüm yerler gibi Val Viola, Mor Vadi, muhteşem.

İtalya-İsviçre sınırı
MTB parkurunun izlerini bulmaya çalışırken iki tane ahşap direkle karşılaştık. Bu iki direğin eski sınır hattından kaldığını anlıyoruz. İtalya’dan kontrolsüz İsviçre’ye geçişimizi belgeledikten sonra daracık bir patika bizi yemyeşil renkli bir göle ulaştırıyor. Bir anda kendimizi bir bahçıvanın elinden çıkmışçasına güzel bir doğal ‘bahçe’nin içinde buluyoruz. Şelalenin pozisyonu, dere üzerindeki ahşap köprü, gölün etrafındaki yeşil çayır o kadar muazzamki bir dağın başında olduğumuza inanmakta zorlanıyoruz. Yürüyüş ve koşu yapan insanlarla karşılaştığımıza ise rüyadan tatlı bir şekilde uyanıyoruz.
Orman yolundan çıkıp ana yola ulaştıktan sonra İsviçre’de konaklayacağımız yerin adı Poschiavo. Yolda gördüğümüz bir pansiyona yer olup olmadığını öğrenmek üzere girdik. Ben almanca sordum, karşımdaki italyanca cevap verdi. Hmm. Bu işte yine bir tuhaflık var. Aslında hayır, bir tuhaflık yok sadece Graubünden’deyiz ve bu kantonun 3 resmi dili var: Almanca, İtalyanca ve Romanşça. Bir cafede giriyoruz, italyanca olarak kahve sipariş ediyoruz, aradan bir kaç dakika geçtikten sonra aynı garson süt isteyip istemediğimi almanca soruyor. Paranoyak olmamak elde değil. Akşam yemeğimizi kaldığımız pansiyonun sahibi hazırlıyor. İsviçre’de fransız aşçımız tarafından hazırlanmış geleneksel italyan mutfağının yemeklerinden pizzoccheri hiç de fena değildi.
Rota üzerinden beni etkiyelen ve imrendiren şeylerden birisi de kapısından içeri girdiğimiz binaların hikayelerinin olması. Evlerin isimleri, otellerin tarihleri, restoranların eski fotoğrafları ve bu yerlerin sahiplerinin hikayeleri… İşte bunların hepsi içeri girdiğiniz anda duvarlarda asılı. Bina kaç yılında yapılmış, ne zaman yenilenmiş, daha önce kimler yaşamış, 100 yıl önceki halinin fotoğrafları vs. Girişten içeri girdikten sonra ise bu binanın yer aldığı belde/köy/şehir tarihi hakkında resimli kitap ve kitapçıklar. Geçmişine sahip çıkan ve tarihini aktaran bir kültür. Çok çok imreniyorum.
Altavilla Otelinden ayrılmadan önce yolu buraya düşecek dostlarımıza tavsiye etmek için otel sahibi Francis’den kartvizitini istedik. O da bize bir kavanoz bal verdi ”kavanozun üzerindeki etikettte iletişim bilgilerimi bulabilirsiniz”. Gördüğüm en tatlı kartvizit!
Sekizinci incimiz Arosa ile aramızda yüksek ve geniş bir dağ kümesi var. Yaz kış karlı olan bu dağları aşmak için Unesco Dünya Kültür Mirası listesinde yer alan kırmızı renkli Bernina Trenini tercih ediyoruz (use your brain take the train) . İsmini çok duyduğum zamanında TRT’de belgeselini izlediğim dağlara tırmanan bu trene binmek için sabırsızlanıyorum. Sabah Poschiva istasyonunda bisikletler için ayrılmış vagona bisikletlerimizi yükledikten sonra yola çıkıyoruz. Tren tırmanmaya başlıyor ve yavaş yavaş 2500 metreye ulaşıyor. Onlarca tünelden ve köprüden geçerken bir yandan İsviçrelilerin bu vahşi doğayı nasıl evcilleştirdiklerine şahit oluyoruz. Tren, muhteşem bir şelalenin 3 metre yakınından geçiyor!
Bernina Treni ile yolculuğumuzdan notlar:
bisiklet ve büyük valizler için ekstra vagon
vagona bisikletleri yüklerken ve indirirken hep bir görevli yardımcı oldu
tren yolunun beş metre ilersindeki şelale ve 3 metre ilerisindeki buzul gölü
trende yapılan 4 farklı dildeki bilgilendirme anonsları : sağdaki dağın ismi, soldaki zirvenin önemi, geçtiğimiz köprünün yapım yılı
Yarıya kadar indirdiğimiz vagonun penceresinden yarı belimize kadar dışarı şarkıp dakikada 10-15 fotoğraf çekiyoruz. 4 farklı dilde yapılan anonslar üzerinden geçtiğimiz köprünün kaç metre yüksekliğinde olduğunu, sol tarafımızdaki zirvenin ismini, sağ tarafımızdaki vadinin neden bu kadar önemli olduğunu vs anlatıyor. Bu anonsların burda yaşayan insanlar için ne kadar sıkıcı olduğunu düşünürken bir anda trende sadece turistlerin olduğunu fark ediyoruz. İki kez aktarma yaptık ve dört saatlik yolcuğun sonunda Arosa’ya ulaştık.
Arosa (1775 m), kayak turizmi merkezi, son yıllarda yaz aylarında farklı aktif tatil imkanları sunarak ziyaretçi çekmeyi başarmış. Dağ yürüyüşü parkurları, MTB parkurları, e-bike turları vb.
Arosa’da göl kenarındaki bu sezon bisiklet oteli sıfatını almış şirin otelimizde check in işlemlerini yaparken bize birer tane kart verdiler. Arosa’da kaldığımız sürece bu kart ile ücretsiz olarak müzelere girebilir, otobüs ve teleferiği kullanabilir, indirimli olarak bisiklet kiralayabileceğimizi söylediler. Birkaç sonra buluştuğumuz Alplerin İncileri Birliği yetkilisi Yvonne Arosakartın avantajlarını anlattı. Alplerin İncileri birliğine giriş yaparken turizm ve ulaşımı kombine edebilecek birşeyler sunabilmek üzere çalışmalara başlamışlar ve son on yıldır Arosa’da en az bir gece kalan tüm ziyareçilere ücretsiz olarak bu kart veriliyor. ”Arosa all inclusive” sloganının anlamı da Arosa’da kalmaya karar verdiğiniz anda bir anda bir çok şeye sahip olabiliyorsunuz. Otomobilinizi otelin önündeki park yerine bırakıp, tatiliniz boyunca otomobilsiz herşeyi yapabileceğiniz garanti altına alınıyor.

Arosa
Yaz aylarında özellikle çocuklu aileler ve yaşlılar tatil için Arosa’yı tercih ediyorlarmış. MTB rotalarının tamamlanması ile artık bisikletçiler için de bir çok alternatif mevcut. Ertesi gün için bisikletlerimizi rezerve ediyoruz ve 2-3 saatlik bir rota planı çıkarıyoruz.
Kış aylarında kayak, yaz aylarında bisiklet kiralayan Mauro’dan bisiklet ve kasklarımızı teslim alıp bisiklet rotası işaretlerini izleyerek önce orman yoluna giriyoruz, yumuşak bir tırmanışın ardından artık 2000 metre üzerindeyiz, çam ağaçları bitiyor ve etrafımız sadece kadifemsi yeşil bir örtü ile kaplı. Birkaç tane dağ evini geçtikten sonra buzul suları ile beslenen gölün kenarında piknik yaptık. Yine MTB işaretlerini takip ederek haritaya gerek bile duymadan Arosa’ya geri döndük.

MTB parkuru
İsviçre’nin havası konusunda tecrübe kazanmaya başladık. Sabahları masmavi bir gökyüzü öğlen bulutlu ve saat 16.00’dan sonra yağışlı. Bugün de kural bozulmadı ve saat 16.00’da yağmur başladı.
Otomobilsiz tatili tercih edenlerin aynı zamanda lokal mutfağı da tercih ettiklerini öğrendik. Arosa’ya gelip egzotik meyveler ve köri soslu yemekler yerine yine burada üretilen ve yetiştirilen şeyleri tercih ediyorlar. Paolo bölgenin dana etini sipariş etti ancak benim için seçenekler öyle çok değildir diye düşünürken bir anda önümde yerel otlarla yapılmış kocaman bir tabak salata buldum. Salatayı bir de çiçek süslüyordu. Yemeğimde çiçeği ilk kez görmüyordum aslında, bir kaç gün önce de yine çiçeklerle süslü bir sebze yemeği yemiştim. Ancak bu sefer aşçımız çiçeği yemem konusunda ısrarlıydı!